Tags
1-divan-ı hümayün
2-üyeler
3-Vezir-i azam
4-Kubbealtı vezirleri
5-Kadıasker
6-Defterdar
7-Nişancı -
8-Kaptan-ı Derya
9-Yeniçeri Ağası
Divan-ı Hümayun nedir?
Divan-ı Hümayun toplantılarına kimler katılır?
<
Divan-ı Hümayun hangi işlerle ilgilenir?
Divan-ı Hümayun’un önemi ve üyeleri
Osmanlı Devleti tarihinde, çok önemli bir yer teşkil etmiş olan Divan-ı Hümayun’un menşei ve gelişimi hakkında kısa bir bilgi vermek yerinde olacaktır.
Divan, Türkçeye, Arapça ve Farsçadan geçmiş olup, büyük meclis,[1] toplantı ve kurul anlamlarına gelmekle beraber konumuz açısından önem arz etmeyen birkaç anlamı daha karşılamaktadır. Osmanlı Devleti’nde, hem toplantının kendisi hem de toplantı yapılan yer bu kelime ile karşılanıyordu[2]. Divan denildiğinde, bize ilk önce merkez teşkilatındaki Divan-ı Hümayun’u çağrıştırır. Devlet merkezindeki başka kurullar ve yine eyaletlerdeki valilerin meclisleri de divan olarak adlandırılmıştır.
Divan-ı Hümayun padişahın divanıdır. Divan-ı Hümayun geniş anlamıyla bir kuruldan daha öteye uzanır. Osmanlı yönetim dilinde, Divan-ı Hümayun aynı zamanda bu kurula bağlı olan kalemleriyle yani bürokratik örgütüyle devletin en büyük organını belirtiyordu. Dar anlamıyla Divan-ı Hümayun, çeşitli devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı bir kuruldur[3].
Divanın kökeni, İslâmiyet’in ilk dönemlerine kadar uzanır. İslâm, Türk ve Türk-İslâm devletlerinde çok çeşitli hizmetlerin görüşüldüğü bir kurul-organ olarak divanın Osmanlılarda da Orhan Bey zamanından beri[4] varolduğu bilinmektedir. Divanın tam olarak ne zaman ortaya çıktığı, üyeleri ve çalışma şekli hakkında Fatih zamanına kadar kesin bilgiler vermek olanaksızdır. Orhan Bey döneminde belirginleşen divan, Orhan Bey’in vezir ataması ile bir gelişme dönemine girmiş, I. Murat zamanında vezir sayısının artması, kadıaskerliğin teşkili ile gelişmesi devam etmiştir. Yıldırım Bayezid döneminde bu gelişim devam etmiştir. I. Mehmet zamanına kadar divan geleneği yerleşmiş ki, fetret döneminden sonra da divan aynen kalmıştır[5]. II. Murat döneminde divan daha da gelişmiş, her gün toplanan divanda vezir sayısı üçe çıkmış, divan teşrifatı artmıştır. Padişah divan toplantılarına başkanlık etmiştir. II. Mehmet dönemi, Divan-ı Hümayun açısından bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Fatih’in mutlak hükümdarlık anlayışı ve bu anlayış çerçevesinde hazırlanmış olan teşkilat ve teşrifat kanunnâmesi divanı daha kolay anlamamıza yardımcı olmuştur[6]. Fatih divan üzerinde kesin bir denetim kurmuştur. Divan-ı Hümayun deyimi Fatih döneminde kullanılmaya başlanmıştır.
XV. yy sonlarından itibaren Divan-ı Hümayun bürokrasisi daha da gelişmiş, XVI. yüzyıldan itibaren klâsik yapısına kavuşmuştur. Divan-ı Hümayun II. Bayezid ve I. Selim dönemlerinde gelişimini sürdürmüş, Kanuni Sultan Süleyman döneminde tam kurumsal yapısına kavuşmuştur[7]. Bu dönemden sonra bir müddet durumunu korumuş olan Divan-ı Hümayun XVII. yy ortalarından itibaren fonksiyonları azalmaya başlamış XVII. yy sonlarına doğru devlet işleri vezir-i âzam divanında görüşülmeye başlanmıştır. İşlevlerini kaybeden Divan-ı Hümayun sembolik olarak da olsa devletin yıkılışına kadar devam etmiştir.
Divan-ı Hümayun, kuruluş ve yükselme dönemlerinde, Osmanlı Devleti’nde merkezi bürokrasinin en yetkili kurumu olup Osmanlı idarî başarısının sembolü olmuştur.
Osmanlı Devleti’nde, padişah, yasama(örfî), yürütme ve yargı yetkilerini kendisinde toplayan bir şahsiyettir. Padişah bu yetkilerinin çoğunu, kendisine mutlak vekil olarak atadığı vezir-i âzam yoluyla kullanmaktadır. Ancak, vezir-i âzam kendisine verilen bu yetkileri padişahın divanındaki diğer üyelerle istişare yaptıktan sonra padişaha da onaylatarak( her konuda padişahın onayını alması gerekmiyor) kullanabilmektedir. Başdefterdar ve nişancının bazı yetkileri de padişahın bu mutlak yetkisini kısıtlamaktadır. Bu çok önemli görevleri üstlenen bu görevliler, Divan-ı Hümayun üyesidirler ve bu yetkilerini orada aldıkları kararlarla kullanabilmektedirler. Merkez örgütündeki baş görevlilerin toplandığı bir kurul olarak Divan-ı Hümayun, padişahın tüm yetkilerinin bir arada bulunduğu bir organdır. Bu yetkileri bünyesinde barındıran Divan-ı Hümayun, devletin iç ve dış siyasetinin belirlendiği bir kurul olarak hizmet etmektedir[8].
Divan-ı Hümayun’un sahip olduğu yetkiler ve işleyişinde sağlanan başarı Osmanlı Devleti’nin merkez teşkilatında, onu devletin en saygın organı olmasını sağlamıştır. Divan-ı Hümayun bir kurul organ-olarak Osmanlılardan önceki ve Osmanlıların çağdaşı İslâm devletlerdeki benzeri kurumlardan çok farklıdır[9]. Divan-ı Hümayun’da birinci ve ikinci derecedeki siyasî, idarî, askerî, örfî, şer’î, adlî ve malî işler, şikayet ve davalar görüşülmektedir[10].
Divan-ı Hümayun devletin en yüksek organı olması ve işlevselliğindeki başarısından dolayı, devletin diğer kurumları tarafından da model olarak alınmıştır.
Divan-ı Hümayun üyeleri şunlardır: Başta vezir-i âzam olmak üzere, kubbealtı vezirleri, Rumeli ve Anadolu kadıaskerleri , defterdarlar ve nişancıdır. Vezir rütbesinde bulunmak şartıyla kaptan-ı derya ve yeniçeri ağası, yine merkezde bulundukları taktirde Rumeli Beylerbeyi de divan üyeleri arasında yer almaktadırlar. Şeyhülislam Divan-ı Hümayun üyesi değildir; ancak kendisinden bilgi alınmak üzere divana çağrılabilirdi. Şimdi Divan-ı Hümayun üyelerini kısaca tanıtalım.
Vezir-i âzam: Osmanlı Devleti’nde ilk vezir Orhan Bey tarafından atanmıştır. I. Murad döneminde vezir sayısı ikiye çıkmış ve böylece ilk vezir vezir-i âzamlık ünvanını almıştır[11]. Vezir-i âzamlar, birkaçı dışında, Fatih dönemine kadar hep ilmiye sınıfından seçilmişlerdir. Fatih’in devşirme sistemini ön plana çıkarmasıyla, XVII. yy ortalarına kadar vezir-i âzamlığa birkaç tanesi dışında hepsi devşirmelerden getirilmiştir. Fatih, böylece vezir-i âzamları kendi otoritesi altına almış ve onlara çok geniş yetkiler vermiştir.
Fatih kanunnâmesinde vezir-i âzamın devlet yönetimindeki yeri ve yetkileri kesin olarak belirtilmiştir. Kanunnâmede vezir-i âzamın, vezirlerin beylerbeylerin başı, devlet işlerinin mutlak vekili olduğu ve teşrifatta herkesten önde geldiği belirtilmiştir. Vezir-i âzam, din devlet ve saltanata ait bütün hizmetlerin yerine getirilmesi, had, kısas, hapis, sürgün, bütün çeşitleriyle taz’ir ve siyaset cezalarını infaz, memleketin idari yapısını tanzim, tımar, zeamet ve ulufeleri tespit, beylerbeylik ,sancak beyliği, mütevellilik, imamlık, kadılık ve benzeri memuriyetler olmak üzere bütün askerî ve ilmiye sınıfına mensup memurları tayin ve azletme gibi görevleri vardır[12]. Vezir-i âzam, bu yetkilerini kullanırken kararlarını telhis yoluyla padişaha bildirmeli, şer’î ve örfî kanunlara uymak zorundadır.
Vezir-i âzam, padişahın mutlak vekilidir. Mutlak vekil oldukları halde padişahın mutlak iradesini her zaman üzerlerinde hissetmişlerdir. Yani yetkileri padişah iradesi karşısında kısıtlanır. Bazı alanlarda ise yetkileri kendiliğinden kısıtlanır. Defterdar bazı konularda vezir-i âzamdan daha yetkilidir. Yine vezir-i âzam, nişancıların her işine karışamamaktadır. Fatih kanunnâmesinde vezir-i âzamın diğer vezirlerle, defterdarla istişare etmesi buyrularak devlet işlerinde her zaman tek başına karar verme olanağı kısıtlanmıştır[13].
Vezir-i âzam, padişah fermanıyla atanır ve diğer vezirlerden farklı olarak kendisine padişahın mührü verilirdi. Padişah divanı olan Divan-ı Hümayun’a başkanlık ederdi. O gelmeden divan toplantısı yapılamazdı. Herhangi bir sebeple divan toplantısına katılamayacaksa veya serdar-ı ekrem olarak ordunun başında bulunuyorsa, vekili olan “sadaret kaymakamı” Divan-ı Hümayun toplantısına başkanlık ederdi.
Serdar-ı ekrem olarak ordunun başında sefere katıldığında yetki ve sorumlulukları artardı. Yaptıklarından padişaha karşı sorumlu olmak kaydıyla her türlü icraatında son kararı verir, yanında götürdüğü tuğralı kağıtlara ferman ve beratlar yazarak ilgilileri cezalandırır veya mükafatlandırırdı.
Vezir-i âzam, Divan-ı Hümayun toplantıları dışında paşa kapısı veya bâbı âli denilen kendine ait konağında görevlerini yerine getirirdi. Vezir-i âzam İkindi divanı, Cuma divanı ve Çarşamba divanı gibi divanlar da kurdururdu.
Vezir-i âzamlara görevleri karşılığında gelirleri çok yüksek olan haslar verilmiştir.
Kubbealtı vezirleri: Vezir sayısının artması sonucu vezirler, merkez dışında eyaletlere beylerbeyi olarak görevlendirilmeye başlandılar. Bunlar içinde ise en kıdemlisi Rumeli Beylerbeyi oldu. Rumeli Beylerbeyi daha da yükselince merkeze alındı ve Divan-ı Hümayun üyesi oldu. Bunlar, divan kubbesi altında görev yaptıklarından dolayı kendilerine kubbealtı vezirleri denilmiştir. Bu vezirlerin belirli bir sayıları yoktu. Sayıları zamanla yediye kadar çıkmış[14], azalmıştır. XVIII. yy ikinci çeyreğinden itibaren bu vezirler atanmamaya başlanmıştır.
Ahmet Mumcu(Divan-ı Hümayun), bu vezirliğin iki nedenle kurulmuş olabileceğini belirtmektedir. İlk olarak, XV. yüzyıldan başlayarak, devlet bürokrasisinin gelişmesi merkezde deneyler geçirmiş, memleketin her yanını tanıyan devlet adamlarının bulundurulmasını gerekli kılmıştır. Bu vezirlerin, Divan-ı Hümayun’da görüşlerinden yararlanılmakta ve bunlar, vezir-i âzam tarafından kendilerine verilen bazı görevleri yapmaktadırlar. Bu kişiler, devletin en üst makamını geçmeleri muhtemel kişiler olup, taşra deneyimlerinin yanında merkez örgütünün de çalışma biçimini iyice öğrenmeleri sağlanır.
İkinci olarak, merkezde yetenekli, belli bir görevi olmayan yüksek vasıflı divan üyeleri her zaman için yedek bir güçtür. Örneğin, ani bir savaş tehlikesi karşısında serdar veya serasker olarak ordunun başında sefere gönderilmektedir.
Kadıasker : İlk kadıaskerliğin 1360 veya 1362 tarihlerinde kurulmuş olduğu yönünde görüşler vardır. Kadıaskerlik 1480’e kadar bir iken bu tarihten sonra Rumeli ve Anadolu kadıaskerliği olmak üzere ikiye çıkarılmıştır[15]. Yavuz Sultan Selim’in Doğu Anadolu ile Maraş, Malatya ve çevresini ilhakı(1576) ile divan heyetine dahil olmayan Arap ve Acem kadıaskerliği ismiyle üçüncü bir kadıaskerlik kuruldu. Daha sonra 1523 yılında bu kadıaskerlik kaldırılıp, bu kadıaskerliğin işleri Anadolu kadıaskerliğine devredilmiştir.
Fatih kanunnâmesinde belirtildiğine göre, kadıaskerler, Divan-ı Hümayun’da ve teşrifatta vezir-i âzam ve vezirlerden sonra gelirler. Divan-ı Hümayun’da vezir-i âzamın soluna otururlar ve devletinin askeri sınıfının şer’î ve hukukî işlerine bakarlardı. İlmiye sınıfını divanda bunlar temsil etmektedir.
Divan-ı Hümayun’da yalnız Rumeli kadıaskeri dava dinlerdi. Eğer işler fazla olursa, vezir-i âzamın müsaadesiyle Anadolu kadıaskeri de davalara bakardı.
Kadıaskerler divanda dava dinleme işinden başka, salı ve çarşamba günleri dışında kendi divanlarında kendilerine ait veya kendilerine havale olmuş hukukî işlere de bakarlardı.
Kadıasker, XVI. yüzyılın ikinci yarısına kadar müderris ve kadıların tayininde vezir-i âzama arzda bulunurlardı, sonraları bu iş şeyhülislama devredilmiştir.
XVII.yy başlarından itibaren kadıaskerliğin önemi azalmış, azil ve tayinleri şeyhülislamlar vasıtasıyla yapılmaya başlanmıştır.
Kadıaskerliğin süresi XVII. yüzyıla kadar iki yıl iken bundan sonra bir yıla inmiştir[16].
Defterdar : Divan-ı Hümayun’un aslî üyelerinden biri de Osmanlı Devleti’nin malî işleri kendilerine havale edilen defterdarlardır. İslâm devletlerinde kullanılan mustevfi, İlhanlılarda da kullanılan defteri memalik, Osmanlılar tarafından defterdar ve defterdarlık olarak kullanılmıştır.
Osmanlı Devleti’nde, defterdarın ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmemekle beraber, XV. yy ilk yarısında varolduğu bilinmektedir[17].
Fatih zamanında memleketin genişlemesi üzerine, Rumeli ve Anadolu defterdarlığı olmak üzere sayıları ikiye çıkarılmış ve Rumeli defterdarına da başdefterdar denilmiştir. XVI. yy ortalarında Rumeli ve Anadolu defterdarlıklarına bağlı yalılar ayrılarak İstanbul’daki mukataalar da buraya verilmek suretiyle devlet merkezinde şıkk-ı sani ünvanıyla üçüncü bir defterdarlık kurulmuş böylece Divan-ı Hümayun’da olan defterdar sayısı üçe çıkmıştır. XVII. yy sonlarında, şıkk-ı salis adında dördüncü bir defterdarlık daha kurulmuş ancak, bu defterdarlık kısa bir süre sonra kaldırılmıştır[18]. Mısır fethedildikten sonra, merkezi Halep olarak kurulan Arap ve Acem defterdarlığı, Diyarbakır, Şam, Trablusgarp ve Erzurum olarak beş defterdarlığa ayrılmıştır. Sonradan Sivas, Karaman ve Anadolu eyaletlerinde de birer defterdarlık kurulmuş, taşradakilere kenar defterdarlıkları denilmiştir.
Fatih kanunnâmesine göre başdefterdar, özel bir yetkiye sahiptir. Padişahın malının vekili odur. Vezir-i âzam ise onun denetleyicisidir[19].
Başdefterdar mali konularda kendi divanını kurar, mali davaları dinler, gerekirse padişah adına onun tuğrası ile hükümler verir. Devlet mallarının tahsili için gerekirse mültezimleri hapseder, mukataaları tevcih eder. Başdefterdar hazır bulunmadan defterhane vezir-i âzamca dahi açılamazdı.
Nişancı : Osmanlı devlet teşkilatında, XVIII. yy başlarına kadar devler kanunlarını iyi bilen, yeni kanunlar ile eskilerini ve şer’î hukukî esasları telif etme gücüne sahip olan ve Divan-ı Hümayun’da bu meselelerle alakalı fikirlerinden yararlanılabilen, padişaha yazılacak nameleri ve vezirlerin menşur ve beratlarını yazan ve inceleyen nişancı, yaptığı bu işlerden dolayı tuğraî, tuğrakeş-i ahkâm, tuğra-i şerif hizmetlisi ve müftî-i kanun gibi adlarla da anılırdı[20].
Nişancı, Türk-İslâm devletlerinden geçerek Osmanlı Devleti’ne girmiş ancak, tam olarak ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı bilinmemektedir. XV. yy ilk yarısında kesin[21] olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Fatih kanunnâmesinde, nişancının görev ve yetkileri konusunda bilgilerin bulunması, bu dönemde nişancının iyice şekillendiğini göstermektedir.
Nişancılar, Divan-ı Hümayun’da vezirlik, kadıaskerlik ve başdefterdarlıktan sonra gelirler. Zamanla, vezirlik kazanması ve yaşlılık durumlarına göre defterdarlar ile aralarında önem sırası değişiklik göstermiştir. Vezirlikleri yoksa arza çıkamazlardı.
Nişancı, padişah fermanlarına tuğra çekmekten başka, fermanların hazırlanmasını sağlamak, en önemli fermanları bizzat kaleme almak, yeni konulacak yada değiştirilecek örfî hukuk kurallarının saptanması gibi işlerle uğraşırdı. Bundan başka, defterdarların hazırladıkları belgelerin son denetimini yapmak, merkeze gelen yakınmaları sıraya koymak ve niteliklerine göre sınıflandırmak gibi görevleri de vardır[22].
Divan-ı Hümayun çalışmalarının hazırlanması ve yürütülmesi ile ilgili çok önemli bir görevi yerine getiren nişancı bizzat padişah tarafından atanmaktadır. Nişancılığın bir paye olarak da verildiği olmuştur.
Nişancı, Divan-ı Hümayun bürokrasisinin şefi olarak bu bürokrasi içinde çalışan tüm hizmetlilerin de başıdır.
Nişancılar, XVIII. yy ortalarına doğru önemlerini kaybetmeye başlamışlar önemli işlerini reisülküttablara bırakmışlardır. 1836’da nişancılık kaldırılmış ve görevleri defter eminliğine verilmiştir.
Rumeli Beylerbeyi : Beylerbeyi, hem askeri hem de idari amir olarak bulunduğu eyalette padişahın temsilcisidir. İlk beylerbeylik Orhan Bey zamanında ortaya çıkmış, Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi olarak ikiye ayrılışının Çelebi Mehmet zamanında[23] gerçekleştiği tahmin edilmekle beraber kesin tarihi bilinmemektedir[24]. Rumeli Beylerbeyi daha kıdemlidir. Rütbeleri yükselince kubbealtı vezirliğine atanıyorlar ve Divan-ı Hümayun’un üyesi oluyorlardı.
1536 tarihinden itibaren Rumeli Beylerbeyi, Divan-ı Hümayun üyesi olarak merkezde bulunduğu zamanlarda divan toplantılarına katılmıştır. Bu tarihten önce Rumeli Beylerbeyi, Divan-ı Hümayun üyesi değildi[25].
Kaptan-ı Derya : Osmanlı Devleti’nde bahriye teşkilatının en büyük amiri ve donanmanın başkumandanıdır. Denizciliğin gelişmesi ile vezirlik verilen kaptan-ı derya, Divan-ı Hümayun üyesi olarak, merkezde bulunduğu zamanlarda divan toplantılarına katılmıştır. Divan-ı hümayun’da, kendisine havale olunan bahriye teşkilatı ile ilgili meselelerle ilgilenirdi.
Bahriye teşkilatındaki tayinler, kaptan-ı derya tarafından yapılmaktadır. Önemli işleri vezir-i âzama arz ederdi. Bahriye ile ilgili işler için hüküm yazmaya ve tuğra çekmeye yetkisi vardı[26].
Yeniçeri Ağası : Yeniçeri ağası, yeniçeri ocağı ve acemi ocaklarından sorumlu tek kişidir. Yine divanda görevli olan rikab-ı hümayun ve özengi ağaları denen ağaların reisidir. Böylece Divan-ı Hümayun toplantılarının teşrifatında çok önemli bir rolleri vardır. Yeniçeri ağası vezirlik rütbesi olursa Divan-ı Hümayun üyesi olarak toplantılara katılabilmektedir.
Yeniçeri ağasının arza çıkma yetkisi vardı. Eğer vezirlik rütbesi varsa divan üyeleri arasında arza iki kez çıkma imkanına sahip tek kişi oluyordu.
Divan toplantılarında, ocağa ait işlerle ve İstanbul’un asayişi ile ilgili konularla ilgilenirdi.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Abdullah Yeğin, Yeni Lügat, Hizmet Vakfı Yay., İstanbul.
[2] Ahmet Mumcu, Divan-ı Hümayun, Birey ve Toplum Yayınları, Ankara, Mayıs 1986, s.4.
[3] Mumcu, a.g.e., s.5.
[4] İ.H.Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s.1.
[5] Mumcu , s.24.
[6] Mehmet İpşirli, Osmanlı Devleti Tarihi I(Edit. Ekmelettin İhsanoğlu),Yayınlayan: Feza Gazetecilik A.Ş., İstanbul, 1999, ss.158-159.
[7] Mumcu, ss.28-29.
[8] Mumcu, s.71-72.
[9] Mumcu, s.166.
[10] Uzunçarşılı, s.13.
[11] Fuat Köprülü, (Bizans Müesseselerinin Osmanlı müesseselerine Tesiri, 1986, s.41) devlet teşkilatının başında yalnız bir vezirin bulunduğu zamanlarda, vezir-i âzamlık yetkilerinin ona ait olduğunu belirtmektedir.
[12] İpşirli, s.164.
[13] Mumcu, s.36.
[14] Yılmaz Öztuna, (Osmanlı Devleti Tarihi 2, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1998. s.58) bu vezirlerin sayılarını en fazla olarak sekiz olduğu, genellikle de beş olduğunu belirtmektedir.
[15] Köprülü, s.55.
[16] Uzunçarşılı, ss.228-235.
[17] Uzunçarşılı, s.325.
[18] Uzunçarşılı, s.329.
[19] Mumcu, s.49.
[20] Halil İnalcık, İslâm Ansiklopedisi, Cilt:IX, s.299.
[21]İnalcık, s.299. ;Uzunçarşılı (Merkez Teşkilatı, s.214) da bu dönemde kullanılmaya başladığını söylüyor.
[22] Mumcu, s.47.
[23] Ahmet Mumcu(a.g.e. s.51), XIV. yy sonlarında ortaya çıktığını yazıyor.
[24] Köprülü, a.g.e. s.47-48.
[25] Mumcu, s.52.
[26] Osmanlı Tarihi Ansiklopedisi, Cilt.IV, Türkiye Gazetesi Yay.
Erdal ŞAHİN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder